
Faydalı bir eylem yapın da okuyun

Faydalı bir eylem yapın da okuyun
Burak Fazıl Çabuk
burfaz@gmail.com
Bizim artık toplumda nadir görülen orta halli kılıklı Kültür Beyimiz, en son “Faydalı mı zararlı mı?” diye sormamızın suç sayıldığı bir çağda yaşıyoruz demişti. Belki hatırlarsınız. Gerçekten de sosyal hayatta seçimlerde bile bulunamaz durumlara geldik. Önüne ne konulursa onu yiyen, öküzün trene baktığı gibi olaylara bakan, yorum ya da eleştiri yapma becerisini kaybetmiş, sevmek ya da sevmemek tercihlerini hayatın suni akışına bırakmış insanlar haline geldik çünkü getirilmek istendik.
- Bunlar belki biraz ağır oldu ama maalesef genel tablo bu şekilde. Moda ve domode kavramları teknolojik büyülerle hayatımızı kontrol ediyor. Trend olanlar yükselirken, geriye kalanlar hayata dair anlamlarını kaybediyor. Bu ahval, ileride yapay zekâ ne derse onu yapacağız türünden bir ilerleyiş gibi ve bizi ileride bekleyen çipleri zorlama olmadan takmayı kabul edeceğimiz ve tasmamızı tutanların da bizi istedikleri gibi yönlendireceği ve kullanacağı anlamına geliyor belki de.
“Yeter!” diye bağırsa bizim Kültür Bey acaba onu kim sallar şu zamanda?.. Sanırım hemen hemen herkes hak verir ama kimse umursamaz. Hapislere giren sosyal medya fenomenlerini nasıl alkışlamaya devam edenler varsa hâlâ takip ederek, bizim Kültür Bey ağlamış, sızlanmış, dırdır etmiş kimin umurunda?
“Yeter!” diye bağırsa bizim Kültür Bey acaba onu kim sallar şu zamanda?.. Sanırım hemen hemen herkes hak verir ama kimse umursamaz. Hapislere giren sosyal medya fenomenlerini nasıl alkışlamaya devam edenler varsa hâlâ takip ederek, bizim Kültür Bey ağlamış, sızlanmış, dırdır etmiş kimin umurunda?
Bundan mütevellit unutulan, yozlaşan kültürel bakış açılarımız küresel ivmeler nedeniyle bizi sağa sola dağıtıyor ama tek bir merkez üzerinden yapılan bu eylemlerle renk renk ahenk oluşturan o kültürel sağduyularımız teker teker yok oluyor. Faydalı eylemler yerine tek tip eylem moduna alınmış akıllı birer cep telefonundan ibaretiz ve kendi aklımız başkalarının yemek tabağında ve o başkalarına iştah veren bir acı, daha çok acıktıran bir tatlı ve antivirüs bir ekşi lezzet olarak sunuluyor.
Bitmiyor hiçbir zaman. Sıkılmıyoruz. Büyülü bir frekansın içindeyiz, Alice Harikalar Diyarı’ndaki gibiyiz, meşguliyetimiz bitmiyor ve hiç de bitmeyecek gibi…
Çöp olan bir kültür yavaş yavaş yanıyor, yakında kül olacak ve faydalı eylemler de tükenecek… Cep telefonlarının sağladığı uyku modu hiç bitmesin istiyoruz. Düşünmek ve sorgulamak yerine gözlerimizin önünde akıp giden görüntülerle neşeleniyor ve hüzünleniyoruz. Boş boş konuşuyoruz, mesaj atıyoruz, oyun ve kumar oynuyoruz, yazışıyoruz, konum atıyoruz, sipariş veriyoruz, görüntülü arıyoruz, canlı yayın açıyoruz, para kazanıyoruz vesaire… Bitmiyor hiçbir zaman. Sıkılmıyoruz. Büyülü bir frekansın içindeyiz, Alice Harikalar Diyarı’ndaki gibiyiz, meşguliyetimiz bitmiyor ve hiç de bitmeyecek gibi…
Halbuki Kültür Bey faydalı eylemlerin peşinde… Onun cihannüma bir kitap gibi olması icap eden her işindeki her önsözünde “İlk adımı okumak” şeklinde. Evet, okumak. Biraz dinleyelim derim yine onu:
Mesela, “kıraat” Arapça bir kelime ve okuma ya da okuyuş demek. Bizde yanına hane ekleyince kıraathane olan “okuma evlerimiz” şimdilerde okey ve tavla meclislerine döndü ki meclis kelimesi ağır bir sözcük olduğundan, çöplük desek daha iyi. Alın işte bir “çöp kültürü” ya da “kültür çöplüğü” örneği daha. Öyle ki gece geç saatlere kadar oynanan masa oyunları, sigara ve çay ile o kadar keyifli gider ki bir de üstüne çaktırmadan alınan alkoller ve yine zabıta ve polise çaktırmadan oynanan kumarlar çok cazip hale geliyor. Kıraathanelerin adı şimdi oldu kahvehane ama Türk kahvesi içen de yok ki. Önlerine konan granül ya da toz hazır kahveye katılan sütü bozuk bir süt tozu iş görüyor. Zira meydana geliyor bir çamurdan kahve ki höpürdeterek içen amatör kumarbazlar, şekerleri tavan yaptıkça daha da bir hırslanıyorlar masaya kağıtları atarken ve neticede “Tak! Tak!” diye çıkan masaya el vurma sesleri beyinde patlayan çekiç misali adamı uykudan uyandırıyor. Kendimize geliyoruz özellikle soğu gecelerde çünkü adamlar Zeus ve Ares misali atıyor kağıtları masaya ki şimşek mi yıldırım mı tanımlayamıyoruz zaten biz bu sanatsal ve mitolojik işleri.
O kitaplar zamanla sigara dumanıyla solar, kendi iç dünyalarına çekilirler ve denetim olmayacağı bilinmez bir zamanda yok edilirler… Aradan aylar geçer ve o kahvede içtiği çaylarla zevk âleminde doruklara çıkan o şimşir taraklı filozoflarımız gün gelir bir tuvalet kâğıdı olarak altlarına alırlar o kâğıtları…
Ne demiştik? Kıraathane, sonra da kahvehane. Kısaca kahve de diyebiliriz çünkü artık kahveye gidip bir çay içelim der olduk artık. Bir de denetim olacağı için bu kahvelerde bulunan çakma kitaplıklar da çok dikkat çekici, en azından bizim gibi bazı şeylerin farkında olan mürekkep yalamışlar için. Sabahtan akşama kadar siyaset ve dedikodu yapan, din ve laiklik konusunda tartışan, futbol ve reklamdan anlayan bir güruh tavrıdır bu hor görülen kahve cemaati kültürü. Her konuda fikir sunan olur ama rafa göstermelik olarak konan en zayıf kitabın kapağı bir kere bile açılmaz ve dahi okunmaz. Her konuda fetva vardır, görüş vardır, kanun vardır; çaya şeker, kahveye kaşık, oralete renk vardır lakin okumaya ne yer ne de zaman vardır. O kitaplar zamanla sigara dumanıyla solar, kendi iç dünyalarına çekilirler ve denetim olmayacağı bilinmez bir zamanda yok edilirler… Aradan aylar geçer ve o kahvede içtiği çaylarla zevk âleminde doruklara çıkan o şimşir taraklı filozoflarımız gün gelir bir tuvalet kâğıdı olarak altlarına alırlar o kâğıtları…
Kağıt ne ki kitap ne olsun?
Osmanlı Devleti’nin 35 milyon nüfusa sahip olduğu 1844 yılındaki sayımla belirlenir. 1729-1839 yılları arasında yayımlanan kitap sayısı ise 434 adettir. 110 yılda bu kadar. Gayrimüslimlerin baskılarını saymıyoruz. Bunlar bizim matbaalarımızda basılanlar. 1836 yılında 22, 1837’de 39, 1838’de 37, 1839’da 36 adet olmak üzere de bu 4 yılda net 114 kitap basmışız. Bunlar baskı adetleri değil bu arada, farklı farklı basılan kitapların sayısı. Baskı adetlerini kabaca kitap başı 2000 adet olarak esas alsak, 35 milyon için toplam kitap sayısı 868 bin adet kitap eder o kadar yıl için. (Alpay Kabacalı, Türk Yayın Tarihi, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1987)
Peki, şimdi durum nedir? 2025 yılındayız artık. Bir kıyaslama yapalım. Sonradan detaylıca işleyeceğimiz ama bu yazıda kısaca direkt kahve masalarına vuracağımız değerlendirmemizi sona bırakalım.
Peki, şimdi durum nedir? 2025 yılındayız artık. Bir kıyaslama yapalım. Sonradan detaylıca işleyeceğimiz ama bu yazıda kısaca direkt kahve masalarına vuracağımız değerlendirmemizi sona bırakalım.
2024 yılında alınan bandrol sayılarına göre basılan kitap sayısı 413 milyon 860 bin 263 adet. (yayfed.org.) Türkiye’nin 2024 yılı başı itibariyle nüfusu ise 85 milyon 372 bin 377 kişi.
Kişi başı 5 adete yakın kitap düşmüş geçen sene. 1844 yılında ise kişi başı düşen basılı kitap miktarı 0,01.
Yaklaşık 200 yıl önce yokken okunabilirse okunacak kitap sayısı, şimdi ise az da olsa en azından varken okunmayan o kitap sayısı. Şaka gibi gerçekten.
Neden mi şaka gibi? Bir etrafınıza bakın da söyleyin lütfen kimler görüyor bu kitap okuyanları? Kitap baskı adedimiz iyi gibi görünüyor, yarım milyara yakın kitap basmışız ama lütfen söyleyin, bu kitapları okuyanlar kimler?
Gördünüz mü hiç?
Ben sokağa çıktığımda, otobüse bindiğimde, parka gittiğimde, pikniklerde, kafelerde, çay evlerinde, banklarda ya da kaldırımlarda, tramvayda ya da metroda, sahil kenarlarında, plajlarda, köşe başlarında, gecekondularda ve dahi gökdelenler ile plazalarda göremiyorum… Gördüğümde ise apışıp kalıyorum…Şaka gibi gerçekten. Bu bir şaka mı anlamak için önce kendinize sorun, geçen sene kaç adet kitap okudum diye bir düşünün. Sonra eklemsel değil direkt kemiksel sorun yaşadığınız kafa tasınızı cep telefonunuzdan kaldırın, uyuşan ellerinizi bir ovuşturun ve kendinizi yani haşhaşlı bedeninizi gerçek uyku moduna alıp uyuyun. Bu sefer gerçek uykunun tadına varın. Lütfen güzel bir uyku çekin ve bu bize ait olan kültürel zaman çizelgemizin nereye doğru gittiğini ya da gideceğini öğrenelim hep beraber… Yeter ki Kültür Bey anlatmaya devam etsin…